Trabzon Detaylı Gezi Rehberi
Doğu Karadeniz’in hırçın, asi ve devrimci delikanlısı Trabzon. Kimi zaman yetiştirdiği sanatçılarıyla, kimi zaman siyasetçileriyle ve en önemlisi Trabzonspor’u ile bir başkaldırı simgesidir. Peki şehrin ismi nereden geliyor? Kimilerine göre Tirabizan adını tepsiye veya yamuk şekline benzemesinden almış ki tüm şehri gören Boztepe’den bakınca da hiçte haksız değilmiş bu eskiler diyesi gelir insanın. Hazır adını anmışken Boztepe’den bahsedelim. Gece ayrı bir bakış açısı gündüz ayrı bakış açısı vardır. Tüm şehre hâkim olursunuz, semaverde getirilen çaylarınızı yudumlarken düşünürsünüz bu şehrin neyi önemlidir ki tarihler boyunca hep en önemli komutanlar ele geçirmek istemiştir. Denize bakarsınız ufukta belki hiçbir şey görünmese de, dalgaların hırçınlığını ve sırtınızı verdiğiniz dağın gücünü hissedersiniz. Ve düşünürsünüz aslında oturduğunuz toprakların bir kapı görevi gördüğünü, Karadeniz ile Kafkasların ve Anadolu’nun kapısı. Aslında Trabzon’un merkezine girmeden başlar asiliği şehrin, o küçücük ilçeleri, az olan nüfuslarına rağmen çok geniş bir kültür taşırlar. Sanki onca yılın ağırlığının altından kalkmış birer muzaffer gazi gibidirler. Şehrin merkezine karşı dik ama mahzun duruşları, sadece tarihsel değil şehrin insanının karakterinden de kaynaklanmaktadır.
Peki bu şehri farklı kılan nedir?
Merkeze girişimizle birlikte surları takip ederken bir söz gözümüze çarpar. “Fatih’in fethettiği, Yavuzun yönettiği, Kanuni’nin yetiştiği şehir” üç büyük sultan dünyanın tarihini değiştirenler hepsi aynı şehre odaklaması neden? Ya Osmanlı öncesi bundan farklı mı? Hayır, her dönem aslında asilerin ve güçlülerin diyarı olmuş. Belki de buna neden olan o hırçın dalgaları, denizle başlayan o sert dağları, hiç dinmeden coşan dereleridir. İnsan dediğin toprağından havasından suyundan etkilenmiyorsa ona ne insani vasıf yüklenir ki.
Kim bu topraklara sahip olduysa mutlaka akla selim olmayan şeyler yapmıştır.
Hani Temel’in kıvrak zekâsı var ya fıkralarda güldüğümüz, aslında ondan daha ilginci Sümela Manastırı’dır. Bir karakol, bir manastır, bir ev niteliği olsa da denizden 1100m den fazla yüksekliğe hem de dağı delip oraya yerleştirmek hangi mantıkla açıklanabilir ki? Peki, Sümela’ya nasıl gidilir? Rus Pazarı’nın yanından kalkan minibüslerle gidilebileceği gibi şahsi araçla önce Değirmendere’ye ulaşılıp oradan Gümüşhane yoluna girilir ve Maçka’ya gelince bir uşağa “Hemşerum haburda delular dağu delmuş nereyedur?” sorusunun akabinde akıllara ziyan bir tarifle rahatlıkla bulursunuz (inşallah). Ya kardeşim benim işim gücüm yok 3 saat boyunca gidip şunu görmeye derseniz Atatürk’ün kaldığı ve daha sonra Trabzon halkının satın alıp müze yaptığı konağı, kanuninin koşuşturduğu sokakları hayal ederken, Meryem Ana kilisesine ve Ayasofya Kilisesine gidebilirsiniz ve hatta Trabzonluların bile bilmediği ara sokaklarda yıkılmış bir binanın içinde tarihi bir kalıntıyı bulabilirsiniz. Aslında şehir merkezinden çok uzak olsa da, Trabzon deyince akla ilk gelen yerlerden bir de Uzungöl’dür. Vadinin ortasında bulunan ve yamaçlardan düşen kayaların Haldizen deresinin önünü kapatmasıyla oluşmuş göl, “Uzungöl” olarak bilinir ve çevreye aynı ad verilmiştir. Hem orda konaklanacak hem de turistlik amaçlı tesisler bulunmaktadır. Hele ki alabalığını yemeden ayrılmamak gerekir. Özellikle sanki sonu gelmeyen çam ağaçlarının içine dalarak, huzuru ve sakinliği anlamak için bire birdir. Belki nesli tükenmek üzere olan kırmızı benekli alabalık da görme şansınız olabilir. Şehrin bakır işlemeciliği, telkarisi, yayla kıyafetleri, süt ürünleri, 10 gün bayatlamayan ekmeği(cidden), Maraş Caddesi, Kunduracılar Caddesi ve hatta çömlekçi yokuşu ile meşhurdur. E bide gözü kulağı her şeyi üniversitesini de unutmamak lazım. Arasıra da insanlarına özenip, deli dolu taşan Değirmendere’sinin de ayrı bir güzelliği vardır. Şehre kara ve havadan ulaşım bulunmaktadır ve özelikle gündüz uçakla gelinince yukardan bir şey fark ediliyor. Bu kadar sığ olan bir şehir nasıl bu kadar insan barındırıyor. Aslında görünmeyen gerisi o kadar canlı ve geniş ki. Tabiî ki yaylarından bahsediyorum. Tahminen 50′ye yakın yayla şenliği olan başka bir şehir var mıdır? En önemlileri Sultan Murad, Haçka, Zigana( ki Gümüşhane ve Giresunlularda sahiplenir) şenlikleri olarak göze çarpar. Bu kadar dolaşınca insanın karnı da acıkıyor. Acıkmak deyince, Trabzon’un yemekleri saymakla bitmez. En meşhur yemekleri ise Akçaabat Köftesi ve Sürmene Pidesidir. Hele de köfteyi Nihat Usta’da yiyeceksin ki tadını alasın. Trabzon hamsiyle bütünlük gösterir ya diğer bütünlük gösteren nesne ise kemençedir. Hatta balıkçılar kemençe çalınca hamsilerin sahile geldikleri bile anlatılır Araklıda. Bütün Karadenizliler gibi Trabzonluda kemençenin sesini duymaya başladı mı başlar omuzlarından aşağıya kıpırdanmaya hele de çanla işin ehli ise asılır horona bunu da en güzel yazları yaylalardaki şenliklerde görebilirsiniz. Aslında şehre Cumhuriyetten sonra hava katan en önemli sosyal olaylardan birisi, futboldur. Ki o kadar ateşli tartışmaların, İstanbul ekiplerinde bile nadir şekilde görülen rekabetin ve en sonunda dışarıdan zorlamalar sonucunda şehrin göz bebeği oluşturulmuş ve adına Trabzonspor denilmiştir. Anadolu’nun tek çıkardığı uzun süreli şampiyon olmasının yanında, kendi insanları ile bunu başarmış tek takımdır. Yani ithal değil yerlidur. Trabzon halkının o asi görünümü, hırçın karakteri kısa süreli olduğunu aslında onun mizah yapısına bakarak rahatlıkla görürüsünüz. Temel Fıkralarında; zaman zaman güldüren, zaman zaman ise düşündürmekle beraber, bazen kendisi ile bazen de diğerleriyle dalgasını geçen bir toplum yapısı vardır. Aslında kıvrak zekasını bu fıkralarda da göstermektedir. Ama fıkraların başkahramanı olan Temel artık Trabzon’da kullanılan bir isim değildir.